Pardus... Özgürlük İçin...
<
Dağ Kitabı Ağrı Dağı'na tırmanma konusunda hemen ilk elden en önemli bilgiyi vererek siz okurun merakını giderip, gerilimi azaltmakda fayda görüyorum. Aksi halde bu yüksek gerilimle aşağıya doğru uzanan bu uzunlukta bir anlatının okunması sizleri, bu gerilimi dengede tutma uğraşısı da beni yorar. Ayrıca işin sonunda öğreneceğiniz bilginin uğratacağı hayal kırıklığı da bir başka olumsuz durumdur ki hiç istemeyiz. Efendim, şimdi söylüyorum sıkı durun : Ağrı Dağına tırmanma temel amacını gerçekleştiremedim yani zirveye çıkamadım. Bu işi yapamayan sadece 20 kişiden üç kişi ve o üç kişiden biri de benim. Ayten büyük bir azim göstererek zirve yapmayı başardı. Benim ulaştığım en yüksek nokta ise 4300 metre. Evet, sonucu öğrendiğinize, bu noktadan sonra gerilim yaratacak birşey kalmadığına göre şimdi anlatımıza başlayabiliriz. Dağa tırmanış için Doğu Beyazıt'tan kamyonlar ile sizi Ağrı Dağının eteklerine getiriyorlar. Bu kısa yolculuk sırasında bundan sonraki en sıcak takipcinizle tanışıyorsunuz : Toz. Dağın eteğine gelindiğinde sırt çantaları katırlara yükleniyor ve bundan sonra yola katırlala devam ediliyor. Hedef ilk kamp yeri, 3200 metre. Siz sadece içinde kişisel ihtiyaçlarınız bulunan küçük bir çanta ile yetinip yürümeye başlıyorsunuz. 2-3 saatik bir yürüyüş sonunda kampa varılıyor. Bizim özelimizde kamp hazır kuruluydu. Dolayısıyla gelir gelmez hemen çadırlarımızı seçip saçılmaya başladık. Akşam yemeği, küçük tanışma sohbetleri ve ertesi güne dair bilgilendirme derken dağda havanın erken kararmasının da etkisiyle saat 19 sularında çadırlara çekilmeye başlıyorsunuz. Bu arada şunuda belirtmek lazım, eğer çadır yerine uykutulumu ile dışarda yatmayı göze alırsanız, altında uyuyacağınız manzaranın müthiş olacağını garanti ediyorum. ( Yükseklik korkusu olanlara tavsiye edilmez. ) Ertesi gün sabah erkenden kalkıldı ve görüldü ki birileri bizden daha erken kalkmış, çayı demlemiş, kahvaltıyı hazırlamış ( ahçımız Mehmet abi ). Kahvaltının ardından rehberimizin ( Hüseyin ) izinden aklimat ( aklimatizasyon ) için 4200 metreye tırmanışa geçildi. Kişisel olarak yola çıktığımızda kendimi çok dinç ve hevesli hissederken çıktıkca gücümün kesilmesi ile zorlanır buldum kendimi. Zaten dağın en önemli kozu bu. Yükseklik arttıkça hava seyreliyor ve ihtiyaç duyduğunuzdan daha az oksijen alıyorsunuz. Bu da kaslarınızda biriken laktik asidin daha zor temizlendiği, dolayısı ile daha çok yorulduğunuz anlamına geliyor. Neyse, 3.5 saatlik zorlu bir tırmanışın ardından 4200 kampına erişmeyi başardık. Orada bulunan diğer ekiplerin mutfak çadırlarından kahvaltılık ve çay dilenip biraz beslendikten sonra, hemen herkes bir yerlere çöküp uyuklamaya başladı. Ben başlamış olan baş ağrımın geçmesi için bekliyor ve derin nefesler alıyordum. Yaklaşık bir saat sonra iniş yolculuğuna başladık. 3.5 saatte çıkmış olduğumuz yolu yaklaşık olarak 2 saat civarında ancak inebildik ki indiğimizde artık bir adım daha atacak kadar gücüm kalmamıştı. Bütün yolu inme sırasında defalarca kaydım, homurdandım, küfrettim ve anlayacağınız üzere keyifsizdim. Çünkü başım ağrıyor, hem de çok ağrıyordu. Hızlı irtifa değişikliklerinin yan etkisi. Bir de üzerine batonumun ucunun düşmüş olduğunun keşvi keyfimi iyiden iyiye kaçırıyordu.
Kampa vardığımızda çay gene hazırdı. Bizim ardımızdan o gün zirve yapmış olan diğer grup 4200 kampını toplayıp 3200'e geldiler. Onların zirve maceralarını dinleyerek gaza gelmek, yemek, sohbet, gökyüzü, tuvalet taşı arama gibi etkinliklerin ardından yorgun bacakların dinlenmesi gerek diyerek çadırlara çekildik. Hava henüz kararmıştı. Tabi çadırlarına çekilmeyip uykutulumlarıyla açıkta yatan hollandalı 4 kişi hariç. Onlar 24 saat açık Tekel Bayiinden aldıkları biralar ile gerekli enerjiyi kendileri üretiyorlardı. ( 3200 kampının kenarında birileri dükkan açmış, bira, votka, su vesair satıyorlardı. ) Sabah kalkıldı, kahvaltıyı takiben, çantalar, uyku tulumları, çadırlar toplandı, katırlara yüklendi ve 4200'e göç başladı. Sabahleyin geçmiş olan başımın ağrısı ile birlikte gücüm ve keyfim yerine gelmişti. Ayrıca bir önceki gün sürekli kayan Hi-Tech ayakkabılarım yerine AKU ayakkabılarımı giymiş yere çok daha sağlam basıyordum. Bir de iki elimde de birer baton olsaydı daha iyi olacaktı ama neyse. Yolcu yolunda gerek diyip başladık tırmanmaya. Bir önceki gün 3.5 saatte çıktığımız yolu 2 saate aldık. Bu vucudumuzun ortama bir parça uyum sağlamaya başladığını gösteriyordu ama yeniden başlamış olan başımın ağrısı bunu yalanlıyordu. Geldik ve kamp için çadırları kurmaya başladık. Fazla zahmetli olmayan bu iş 4200 metrede az oksijende gerçekten zahmetli bir uğraş haline gelebiliyormuş. Değil çadır kurmak tuvalete çıkmak bile ciddi bir efor gerektiriyor. Bu nedenle çadırını kuran bir müddet uzanıp dinlenmeye çekildi. 4200'e ilk çıktığımız sırada zirve yapamayacağımı düşünmeye başlamış olan ben, dinlenmenin ardından kendimi daha iyi hissetmeye başlayınca moral ve cesaret bularak, zirve için hazırlanmaya başladım. Akşam yemeğinin ardından zirve için gerekli olan sırt çantasını, suları vesairi hazırlamaya başladık. Bu sırada çadırın içinde oturan Ayten'in çayının dökülmesi sonucu uykutulumlarından birini kaybettik. Macera başlıyordu işte. Gece 2'ye kadar bir şekilde uyumalıydık ve 4200'de güneş gidince hava gerçekten soğuk oluyor. Bir buçuk uykutulumu, çantalarımızda bulunan bilimum kıyafet, polar vesair ile hazırlanmış olan ısınma gereçleri ile aslında olayı olabilecek en rahat haliyle atlattık. Burda tek sorun uyuma alışkanlıklarıydı. ( ikide bir dönme isteği. Matın altından doğru gelip böğrünüze batan taşlarda bu konuda güçlü birer katalizör olmaktalar. ) Eh biz uyumaya çalışırken gerçekten uyuyup yarım saat geç uyandık ve sonra da koştur koştur kahvaltı yapıp çantalara son halini verdik. sabaha karşı 3'te ekip tırmanmaya başladı. Bundan yaklaşık yarım saat sonra ben sırtçantasından kişisel eşyalarımı boşaltmış bir halde yolun kenarına oturmuş nefes almaya çalışıyordum. Ayten ise ekiple birlikte tırmanışa devam ediyordu. Bir buçuk saatlik bir çabadan sonra yarım saatte çıkmış olduğum yerden çadırıma geri dönmüş yatıyordum. Bir yandan çıkmayı başaramadığım için üzülüyor bir yandan da biraz daha zorlasaydım aşağıya nasıl inecektim diye düşünüyordum. Zirveye gidenler saat 11'e doğru geri dönmeye başladılar. Ayten saat 12'e doğru geldiğinde yorgun ama mutluydu. Bir iki saatlik dinlenmenin ardından, kamp toplandı ve aşağı iniş başladı. Üç günde çıktığımız yolu - ki Ayten henüz zirveden aşağı inmiş biri olarak - önce 3200'e, ordan kamyonlara, ordan da Doğu Beyazıt'a toplam 5-6 saat gibi kısa bir sürede tamamladık.
Dağ göründüğünden daha zor, düşündüğümden ise daha kolay çıkmıştı ( ben 3200'den yukarı çıkabileceğimi düşünmüyordum da ). Bu sefer zirve yapamamış biri olarak belki bir kaç yıl sonra, biraz daha antremanlı, biraz daha hazır olarak bir kez daha denerim. Gelecek bölüm : Yol Kitabı
/p>
<

<2yorum:

<< Geri dön

< <